Geçtiğimiz Cuma günü anneannemi kaybettim. Herkesin sevdiği, kimsenin arkasından kötü konuşmadığı, sade ve garip bir kadındı. Gariban yaşadı, gariban öldü. Ha kimsesiz miydi, hayır, asla. Sürekli teyzelerim, dayılarım, kuzenlerim, köylüleri.. Hep yanında olan birileri oldu. Sevenleri de çoktu. Öyle ya, asırlık bir çınardı O, ve O, 100 küsür yılda nice kalpleri kazanmış, kendine hayran bırakmıştı. Hayatını onun bunun hayatına burnunu sokarak, ara bozarak veya mal mülk biriktirerek geçirmedi. Eline geçeni, hatta O’na gelen sıradan bir kıyafeti bile çevresindekilerle paylaştı. Asla şikayetini duymadım, hiçbir konuda, tek bir şikayet hem de! Ne yokluk çekiyorum dedi, ne şuram ağrıyor, buram acıyor.. Tek bir şikayet etmedi. Yüz yıllık çınar devrildi, anneannem.. 2 ay oldu mu bilmem, ciğeri su toplamış, hastaneye kaldırmışlardı. Yine bir sabah(ın körü) ormanda çalı çırpı toplamış, yağmura yakalanmış 🙁 O yağmur da içine işlemiş üşütmüş 🙁 O hastalanma son hastalanması oldu. Sonrası hızlanmış şekilde solunum yetmezliği akabinde sağının solunun şişmesi vs. 6 çocuğunun 6’sı da başındayken, kendi evinde vefat etti. İstediği buydu çünkü. Nasıl olsa ölümüm yaklaştı diye o soğuk yoğun bakım odalarında yalnız başına ölmekten korkuyordu. Sıcak çorbasını içerek, çocukları, torunları ile birlikte, Kuran-ı Kerim tilaveti yanında tesbihler çekilirken vefat etti.
Bu yazıyı buraya kadar okuyanlardan Yasin, Fatiha vs. “içlerinden gelirse” anneannem için okumalarını dilerim. O iyi bir insandı. Bunu hak ediyor.
Daha 24 saat geçmeden “aynı gün” çok sevdiğim yürek bağımızın olduğu aslan gibi, melek gibi bir arkadaşımı kaybettim 🙁 Ani ve şüpheli bir ölüm olduğu için anneannemden fazla etkilendim belki de. Sokaktan geçerken oyuncak ve abur cubur dağıttığı O’na adeta aşık olmuş çocukların peşinden koştuğu, muhtaçlara yardım etmeye bayılan ve yüreği gerçekten çok saf olan, çok cömert bir arkadaşımdı. Yeğenleri: “küçükken bizi o büyüttü, annemiz gibiydi, o olmasaydı çocukluğumuzu çocuk gibi yaşayamazdık” derlerdi. Evimin her odasında bana yolladığı hediyeler var. Mutfakta ve banyoda bile 🙁 “Ölüm sana yakışmadı” gibi klişe bir cümleyi O’nun için söyleyeceğim aklımın ucundan bile geçmezdi. Annesi öleli daha 9 ay olmuştu. Annesine olan özlemi kabardıkça hep yanına gitmek istediğini söylerdi. Kalbi öyle saftı ki, dileği 9 ay sonra geçek oldu. Şimdi annesine sadece 100 m. uzaklıkta yatıyor. Ölüm şekli çok çok kötü olduğu için çok üzülüyorum. Allah şehitler katına alsın diye dua ediyorum. Geride onu seven bir abi, bir abla, birkaç da yeğen bıraktı. Ve tabii ki, biz dostlarını. Babası var ama yok, hatta “olmasa çooook çok daha iyi” babalardan maalesef. Annesinin kanser hastası olmasına, kızının gece yarısı sokaklarda, parklarda yatmasına sebep olan gözü dışarda cimri ve pislik bir baba. Kendi çoluğuna çocuğuna 10 lira vermeyip, uçkur sevdasına on binlikler harcayan bir “baba”(!)… Ne demişler, “BABA” var birde babacık var.. Herkes BABA olamaz.
Hayatımızda birçok noktanın kesiştiği dostum. Seni seviyorum, sana hep dua edeceğim ve ettireceğim.
İşte ölüm bize bu kadar yakın. Ölümden sadece 3 çocuğum için korkuyorum, onları annesiz, kimsesiz bırakmak istemediğim için. “ANNEM YOK, KİMSEM YOK” demiş rahmetli Doğan Cüceloğlu küçük yaşta annesini kaybedince. Bence çok haklı. Annesiz kalmak, kimsesiz kalmakla eşdeğer.
İyilerden Allah c.c. razı olsun.
Ahirette rahmetiyle muamele edip mekanlarını cennet eylesin.